Yaşanan haksızlıklar doğaya doğru dönmeyi işaret ediyorlarsa, anlamlarındaki ağırlığı hafifletirler mi? Ya da öyle oldukları varsayılarak oluşmalarındaki anlamsızlıkları anlamlandırabilirler mi? Bazen varsayımlar, yok sayımlarımızın kaplayamadıkları alanları doldurarak, bizi rahatlatırlar mı? Ancak o zaman mı kabul edebiliriz, bize yapılanları neden hak ettiğimizi?
Cümlelerim gibi kafam da karışıktı, (hala karışık ya neyse) soru işaretleri çıkacak yer arıyor, bulamadıkları yanıtları soruyordu. Sıkışıp kalmıştım nokta ve kancaların arasına. Teselli bulabildiğim incecik bir aralıktan yoluna bakıyordum Likya’nın, uzunca bir zamandır. Sanki sakladıklarına doğru çağırıyor, ‘hazırlan’ diyordu ‘ancak ben kurtarırım seni, beynini yiyen her şeyden, benimle arınabilirsin tüm kabullenemediklerinden.’ Kuşkusuz bir süzülmeyle çıkmak istiyordum oradan, dışımdam pek belli edemesem de içimden gülümseyerek. O güne kadar, böylesine uzun bir yolu hayal etmemiş olmanın şaşkınlığıyla hazırlanıyordum, sırtımda taşıyacaklarımı sıraya dizerek. Gitmekten korkar gibi bakan tereddütlerime yenilmeyi bekleyen bitkin ruhum, bedenini giydirmeye başlayınca ‘artık doğaya karışabilirim’ dercesine güçleniyordu yavaş yavaş.
Ve ne yazık ki,
Yaklaştıkça, uzaklaşıyor gibi olması ondanmış diye düşündüren gün bir türlü gelemiyordu.
Sonunda beklenmeyen oldu…
Yürüyemedi, deniz gören bir ağacın kabuğunun altına saklanamadı ama umudunu da yitirmedi…
Biliyordu ki ‘yaşamak’ (yaşaması) için yürümeli, başka YOLU yok…
Metin: Zeynep Keser, fotoğraf: İsmail Şahinbaş
04.06.2011